yaza geçerken karadenizden gecenin karasına merhaba...

4 Ağustos 2011 Perşembe

EN İSABETLİ KARAR


İncinen insan, tabiatı gereği yüreğinde dipdiri kızgınlıklar biriktirir ve “kapımda günlerce yatsa da onu affetmeye niyetim yok!” cümleleri dökülür dudaklarından. Kendisine yapılan hatalar, gözünde hiç olmayacak kadar büyür belki de. Ve derken bir iç hesaplaşmadır başlar yüreğiyle aklının arasındaki o ürkütücü uçurumda. Sorular artarda doğar beyninde, sorular bitmeyen bir gece gibi uzar gider. Nereye mi gider? Elbette anahtarı zor bulunan af kapısında beklemeye…
Evvela şu iyi bilinmelidir ki affetmek demek, bir hatayı veya kusuru kabullenmek değildir. Yani kişi, kalbini kasvetli yollara götüren sebeplerin pençesinden kurtulmuş olsa da onların masumiyetini kabul etmiş değildir. Ki insan kendisine yapılan hatayı ‘affetmek’ hususunda pek de mahir olmayı beceremez. Çünkü duyguları ona “seni göz göre göre incitti, onu affetme!” cümlesini defalarca söyleyerek daraltılmış bir çemberin içine hapseder. Bu hisler insanın içinde her geçen saat dağ gibi büyüyerek daha nice olumsuz duyguları besler. Peki hayatımızda en az bir kez yaşadığımız bu tür anlarda nasıl düşünüp nasıl davranabiliriz? İşte asıl cevaplanması gereken soru bu; zira her birimizin zaafları, kırgınlıkları ve pişmanlıkları fazlasıyla işgal ediyor dünyamızı.
Affetmek kişinin kendisi için yaptığı şeydir. Ancak bu, insanın yaptıklarından sorumlu olmadığı anlamına gelmez. Mesela size karşı saldırgan, kırıcı, yanlış davranan birini affediyor olmanız sessiz kaldığınız, üzülmediğiniz anlamına gelmez. Bu affediş onları yapmış olduğu hatadan kurtarmaz. Onların davranışına hatalarına takılarak kendinizi tüketeceğinize hayatınızdan güç alıp yolunuza devam etmelisiniz. Duygularınızı kabul edip yaşadıklarınızla ilgili seçenekleri gözden geçirip kurban olmaktan çıkabilmelisiniz.
Beşer, fıtratı yani yaradılışı itibarıyla kusursuz olmayı beceremiyor. Yeri geliyor eşine, çocuğuna, yeri geliyor arkadaşlık, dostluk ve akrabalık ilişkilerinde hatalı bir davranış sergileyip kusur işleyebiliyor. Karşısındakinin yaklaşımı ve tavrı belirleyici rol oynuyor ilişkinin bundan sonraki seyrinde. Ancak modern bir söylem olan ‘empati’ şeklinde algılanmamalı bu hal. Yunus Emre’nin “Yaradılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü!” cümlesi dimağımızda nurdan bir ışık gibi parlar daima; zira hepimizin dilinde defalarca dönmez mi “hatasız kul olmaz!” ifadesi. Bizler yedi düvele hoşgörüyle nam salmış bir neslin evlatları olarak hayatımıza düstur edindiğimiz hakikatleri de buna göre belirlemiş insanlarız. Bu gerçeğin farkında olmak dahi, ‘asıl cevaplanması gereke sorunun’ yanıtında bize kolaylık sağlayacaktır şüphesiz. Zira Kur’an-ı Kerim’de de bu konuya şöyle işaret edilmektedir: “Bununla beraber kim affeder, haksızlık edenle arasını düzeltirse onun da mükafatı artık Allah’a yaraşan tarzda olur. Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez.” (Şura Suresi,41)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder